aslandoğmuş köyü forum

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ASLANDOĞMUŞ KÖYÜ WEB SİTESİ FORUM


    Nazım Hikmet şiirleri

    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:32

    Nazım Hikmet Ran'ın Hayatı (1902 - 1963)


    --------------------------------------------------------------------------------

    15 ocak 1902’de Selanik’te dünyaya gelen Nazım Hikmet Ran, ‘Feryad-ı Vatan’ başlığını taşıyan ilk şiirini 1913’te yazar. Aynı yıl Galatasaray Sultanisi’nde ortaokula başlar. Heybeliada Bahriye Mektebi’ne 1917’de girer. Yeni Mecmua’da yayınlanan ilk şiiri ‘Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı’ başlığını taşır. Sağlık nedeniyle Bahriye’yi bitirmesine birkaç ay kala ayrılmak zorunda kalır. Bu sırada Hamidye Kruvazör’ünde güverte subayıdır. Bolu’ya öğretmen olarak atanır. Daha sonra Batum üzerinden Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Kominist Üniversitesi’ne yazılır. Burada siyasal bilimler ve iktisat okur. 1921’de gittiği Moskova’da devrimin ilk yıllarına tanık olur. 1924’te Moskova’da yayınlanan ilk şiir kitabı ’28 Kanunisani’ sahnelenir. Aynı yıl Türkiye’ye döner ve Aydınlık Dergisi’nde çalışmaya başlar. Aynı dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı on-beş yıl hapsi istenince yeniden Sovyetler Birliği’ne gider. 1928’de af kanunundan yararlanır ve yurda geri döner. Bu kez Resimli Ay dergisinde çalışmaya başlar. 1938’de yirmi-sekiz yıl hapis cezasına çarptırılır. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yatar. 1950’de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli takip altındadır. Askere alınması kararlaştırılınca Romanya üzerinden Moskova’ya geçer. Sağlığı gittikçe daha da kötüleşir. Kırk-dokuz yaşındadır. 1951’de T.C. vatandaşlığından çıkarılır. 3 haziran 1963’te bir kalp krizi sonucu Moskova’da hayatı sona erer.
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:32

    AÇLIK ORDUSU YÜRÜYOR

    Açlık ordusu yürüyor
    yürüyor ekmeğe doymak için
    ete doymak için
    kitaba doymak için
    hürriyete doymak için.

    Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
    yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
    yürüyor ayakları kan içinde.

    Açlık ordusu yürüyor
    adımları gök gürültüsü
    türküleri ateşten
    bayrağında umut
    umutların umudu bayrağında.

    Açlık ordusu yürüyor
    şehirleri omuzlarında taşıyıp
    daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
    fabrika bacalarını
    paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.

    Açlık ordusu yürüyor
    ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
    ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.

    Açlık ordusu yürüyor
    yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
    hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
    yürüyor ayakları kan içinde.

    9 Ağustos 1962
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:32

    ADSIZ ŞİİRLER




    Baba!
    her yılbaşında
    sana söyleyecek
    bir tek
    sözüm var :
    "Seni ne kadar çok seversem
    o kadar
    çok olsun ömründen geçen yıllar..."

    Baba!
    Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım!
    Ne zulüm, ne ölüm, ne korku
    başımı eğemez!
    Yalnız senin elini öpmek için
    eğilir başım.
    Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım...

    1 Ocak 1932



    --------------------------------------------------------------------------------



    Hasretini, yokluğunu, sensizliği
    bir ateş yanığı gibi öyle acıyla duydum ki yüreğimin etinde,
    gitgide çoğalarak
    gitgide derinden işleyerek
    öyle dayanılmaz oldu ki bu
    seni boğabilirdim senden kurtulmak için
    çünkü seni o kadar seviyorum.

    25 Şubat 1943



    --------------------------------------------------------------------------------



    Denizin üstünde ala bulut
    yüzünde gümüş gemi
    içinde sarı balık
    dibinde mavi yosun
    kıyıda bir çıplak adam
    durmuş düşünür.

    Bulut mu olsam,
    gemi mi yoksa,
    balık mı olsam,
    yosun mu yoksa?..
    Ne o, ne o, ne o.
    Deniz olunmalı, oğlum,
    bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.


    15 Eylül 1958



    --------------------------------------------------------------------------------



    İşte geldik gidiyoruz
    hoşça kal kardeşim deniz
    biraz çakılından aldık
    biraz da masmavi tuzundan
    sonsuzluğundan da biraz
    ışığından da birazcık
    birazcık da kederinden
    bir şeyler anlattın bize
    denizliğin kaderinden
    biraz daha umutluyuz
    biraz daha adam olduk
    işte geldik gidiyoruz
    hoşça kal kardeşim deniz


    27 Eylül 1958



    --------------------------------------------------------------------------------



    Seni düşünürüm
    anamın kokusu gelir burnuma
    dünya güzeli anamın.

    Binmişin atlıkarıncasına içimdeki bayramın
    fır dönersin eteklerinle saçların uçuşur
    bir yitirip bir bulurum al al olmuş yüzünü.

    Sebebi ne
    seni bir bıçak yarası gibi hatırlamamın
    sen böyle uzakken senin sesini duyup
    yerimden fırlamamın sebebi ne?

    Diz çöküp bakarım ellerine
    ellerine dokunmak isterim
    dokunamam
    arkasındasın camın.
    Ben bir şaşkın seyircisiyim gülüm
    alacakaranlığımda oynadığım dramın.

    7 Ağustos 1959



    --------------------------------------------------------------------------------



    Gülüm, iki gözümün bebeği
    ölmekten korkmuyorum,
    ölmek arıma gidiyor,
    onuruma yediremiyorum ölmeği.

    15 Ağustos 1959



    --------------------------------------------------------------------------------



    Aya gidilecek
    daha da ötelere,
    teleskopların bile görmediği yere.
    Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç
    kalmayacak,
    korkmayacak kimse kimseden,
    emretmeyecek kimse kimseye,
    yermeyecek kimse kimseyi,
    umudunu çalmayacak kimse kimsenin?

    İşte ben komünistim bu soruya karşılık
    verdiğim için.
    26 Ağustos 1959



    --------------------------------------------------------------------------------



    Merih'e giden kosmos gemisinde turistler
    yeryüzüyce yazılmış şiirler okuyacak.
    Her sözü beste beste, renk renk, kat kat açarak
    en sırlı çekirdeğe ulaşabilecekler.

    Aralık 1959



    --------------------------------------------------------------------------------



    Ak bir karanfil gibi çatlayıp da çekirdek
    atom bahçelerine yürüyünce aydınlık,
    yalnız meraklıları değil, bütün insanlık
    şiirin aynasında kendini seyredecek.

    Aralık 1959



    --------------------------------------------------------------------------------



    hoş geldin bebek
    yaşama sırası sende
    senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
    ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
    işsizlik açlık filan
    tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
    kuraklık falan
    karasevda ayyaşlık filan
    polis copu hapisane kapısı falan
    senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
    hoş geldin bebek
    yaşama sırası sende
    senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.


    10 Eylül 1961




    --------------------------------------------------------------------------------

    Seni düşünmek güzel şey
    ümitli şey
    dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
    Fakat artık ümit yetmiyor bana,
    ben artık şarkı dinlemek değil
    şarkı söylemek istiyorum...

    Sevgilim,
    başlar önde, gözler alabildiğine açık,
    yanan şehirlerin kızıltısı,
    çiğnenen ekinler
    ve bitmez tükenmez ayak sesleri :
    gidiliyor.
    Ve insanlar katlediliyor :
    ağaçlardan ve danalardan
    daha rahat
    daha kolay
    daha çok.

    Sevgilim,
    bu ayak sesleri, bu katliâmda
    hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
    fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
    güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
    gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...

    (İstanbul Hapisanesi)



    --------------------------------------------------------------------------------



    Kırdılar tazecik yeşil dallarımızı
    Kırdılar kitap tutan ellerimizi
    Kanına girdiler çocuklarımızın.

    Nisan 1960




    --------------------------------------------------------------------------------



    Seviyorum seni ekmegi tuza banıp yer gibi
    geceleyin ateşler içinde uyanarak
    ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
    ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
    telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
    seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
    İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
    içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
    seviyorum seni "Yaşıyoruz çok şükür!' der gibi.

    27 Ağustos 1960



    --------------------------------------------------------------------------------



    Laypzig'de bir yağmur yağıyor incecikten,
    yağıyoruz vitrinler, ağaçlar, insanlar,
    bir de otomobillerin hızı,
    bir de geçmiş zamanlar,
    bir de saman sarısı,
    bir de ben
    yağıyoruz yağan yağmurla beraber incecikten.

    18 Eylül 1960



    --------------------------------------------------------------------------------



    İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
    kendilerinden umutlu,
    kendilerinden kederli,
    daha uzun ömürlü kendilerinden.
    Sevdim insanlardan çok türkülerini.
    İnsansız yaşayabildim
    türküsüz hiçbir zaman.
    Hiçbir zaman beni aldatmadı türküler de.

    Türküleri anladım hangi dilde söylenirse söylensin.

    Bu dünyada yiyip içtiklerimin,
    gezip tozduklarımın,
    görüp işittiklerimin,
    dokunduklarımın, anladıklarımın
    hiçbiri, hiçbiri,
    beni bahtiyar etmedi türküler kadar...

    20 Eylül 1960



    --------------------------------------------------------------------------------



    günde kaç milyon insan ölür yeryüzünde
    doğar kaç milyon
    kaçı yaşadım diyebilirdi
    kaçı yaşadım diyebilecek
    kaçı günde üç öğün yemek yiyebilirdi
    kaçı yiyebilecek

    13 Ağustos 1961




    --------------------------------------------------------------------------------



    Yaşım altmış
    on dokuzumdan beri bir düş görürüm
    yağmur çamur yaz kış
    uykuda uyanık
    takılmış düşümün peşine yürürüm.
    Neleri alıp götürmedi benden ayrılık;
    kilometrelerle umut, tonlarla keder,
    taradığım saçlar, sıktığım eller.
    Bir düşümle ayrılmadık.
    Avrupa'yı, Asya'yı, Afrika'yı düşümle dolaştım
    bir Amerikanlar vize vermediler
    denizlerden dağlardan çöllerden çok adamları sevdim
    adamlara şaştım.
    Mapusanelerde ışığıydı hürriyetimin
    ekmeğimin katığıydı sürgünde
    her biten akşamdaydı, her başlayan günde :
    ulu kurtuluş düşü memleketimin.
    1962



    --------------------------------------------------------------------------------



    Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
    allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
    oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
    dünyayı çocuklara verelim
    kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
    hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
    dünyayı çocuklara verelim
    bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
    çocuklar dünyayı alacak elimizden
    ölümsüz ağaçlar dikecekler
    21 Mayıs 1962
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:33

    ASYA-AFRİKA YAZARLARINA

    Kardeşlerim

    bakmayın sarı saçlı olduğuma

    ben Asyalıyım

    bakmayın mavi gözlü olduğuma

    ben Afrikalıyım

    ağaçlar kendi dibine gölge vermez benim orda

    sizin ordakiler gibi tıpkı

    benim orda arslanın ağzındadır ekmek

    ejderler yatar başında çeşmelerin

    ve ölünür benim orda ellisine basılmadan

    sizin ordaki gibi tıpkı

    bakmayın sarı saçlı olduğuma

    ben Asyalıyım

    bakmayın mavi gözlü olduğuma

    ben Afrikalıyım

    okuyup yazma bilmez yüzde sekseni benimkilerin

    şiirler gezer ağızdan ağıza türküleşerek

    şiirler bayraklaşabilir benim orda

    sizin ordaki gibi

    kardeşlerim

    sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz

    toprağı sürebilmeli

    pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli

    dizlerine kadar

    bütün soruları sorabilmeli

    bütün ışıkları derebilmeli

    yol başlarında durabilmeli

    kilometre taşları gibi şiirlerimiz

    yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli

    cengelde tamtamlara vurabilmeli

    ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan

    gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar

    malı mülkü aklı fikri canı neyi varsa verebilmeli

    büyük hürriyete şiirlerimiz



    22 Ocak 1962, Moskova
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:33

    BAHRİ HAZER

    Ufuklardan ufuklara

    ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;

    Hazer rüzgârların dilini konuşıyor balam,

    konuşup coşuyordu!

    Kim demiş "çört vazmi!"

    Hazer ölü bir göle benzer!

    Uçsuz bucaksız başı boş tuzlu bir sudur Hazer!

    Hazerde dost gezer, e.....y!..

    düşman gezer!



    Dalga bir dağdır

    kayık bir geyik!

    Dalga bir kuyu

    kayık bir kova!

    Çıkıyor kayık

    iniyor kayık,

    devrilen

    bir atın

    sırtından inip,

    şahlanan

    bir ata

    biniyor kayık!



    Ve Türkmen kayıkçı

    dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.

    Başında kocaman kara bir papak;

    bu papak değil:

    tüylü bir koyunu karnından yarıp

    geçirmiş başına!

    Koyunun tüyleri düşmüş kaşına!



    Çıkıyor kayık

    iniyor kayık



    Ve kayıkçı

    "Türkmenistanlı bir Buda heykeli" gibi

    dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş,

    fakat, sanma ki Hazerin karşısında elpençe divan durmuş!

    O da bir Buda heykelinin

    taştan sükûnu gibi kendinden emin

    dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.



    Bakmıyor

    kayığa

    sarılan

    sulara!

    Bakmıyor

    çatlayıp

    yarılan

    sulara!



    Çıkıyor kayık

    iniyor kayık,

    devrilen

    bir atın

    sırtından inip

    şahlanan

    bir ata

    biniyor kayık!



    - Yaman esiyor be karayel yaman!

    Sakın özünü Hazerin hilesinden aman!

    Aman oyun oynamasın sana rüzgâr!



    - Aldırma anam ne çıkar?

    Ne çıkar

    kudurtsun

    karayel

    suları,

    Hazerde doğanın

    Hazerdir mezarı!



    Çıkıyor kayık

    iniyor kayık

    çıkıyor ka...

    iniyor ka...

    Çık...

    in...

    çık...



    (1928)
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:33

    BAYRAMOĞLU

    Mahpusanedeyim.

    Mahpusanede kalbimin

    kanayan çıplak ayakları

    ne zaman çok uzun bulsa yolunu,

    hatırlarım bilmem neden

    Azeri yoldaşım Bayram Oğlunu:

    Baki.

    Gece saat iki

    sularında ..

    Karaşehrin kara damlarında yatanlar

    görüyor kanlı renklerin nescini uykularında ..

    Yıldızların altında kara neft burguları

    hışırdıyor servilikler gibi derinden

    yüreğinden.

    Bakıyor uykulu sarı gözler

    kara topraktaki yağlı neft birikintilerinden.

    Gök kara,

    yıldızlar sarı.

    Tek katlı,

    düz damlı dört köşe tas dükkanların

    kapalı kara kapıları.

    Karaşehrin kara damlarında yatanlar

    görüyor kanlı renklerin nescini uykularında.

    Baki.

    Gece saat iki

    sularında

    Taşlarda yuvarlanan

    nal ve tekerlek sesleri.

    Seslerde seslenen sesler ..

    İşte bir fayton geçiyor

    geçmede

    geçti:

    son evlerin yakınından

    uzağından

    ırağından..

    Kara bir lanettir ki bu,

    kopmuş geliyor gecenin dudağından...

    Bu faytonun fenerinde dehşeti var:

    hançerle oyulmuş

    kor

    ve derin

    gözlerin..

    Taşlarda yuvarlanan

    nal ve tekerlek sesleri

    Gittikçe uzaklaşan,

    gittikçe alçalan sesler...

    Ortada demiryolu,

    sağ yanda Karaşehir;

    solda fabrikaların

    duvarları yükselir.

    Karşıdan fayton gelir.

    içinde Bayram Oğlu.

    Bağlanmış kolu

    Bayram Oğlunun..

    Karşıdan fayton gelir

    içinde

    Bayram Oğlu.

    Jandarma sağı,

    Jandarma solu

    Bayram Oğlunun...

    Kolunu bağlamışlar

    kanadı kırık değil ..

    Gözünde toplanan

    hıçkırık değil...

    Gözleri ışık dolu

    Bayram Oğlunun.

    Karşıdan fayton gelir,

    içinde

    Bayram Oğlu.

    Ölümdür yolu

    Bayram Oğlunun

    Bayram

    Oğlunun..."



    KALBİMİ BUNALTAN BU DÖRT DUVAR MI?

    ÖLÜMDEN ÖTEYE KÖY VAR MI???

    (1927)
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:36

    BENİM OĞLAN FOTOĞRAFLARDA BÜYÜYOR



    İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,
    gitmez gözümden hayali Haliçe inen yolun,
    iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış
    evlât hasretiyle hasreti İstanbulun.

    Ayrılık dayanılır gibi değil mi?
    Bize pek mi müthiş geliyor kendi kaderimiz?
    Elâleme haset mi ediyoruz?
    Elâlemin babası İstanbulda hapiste,
    elâlemin oğlunu asmak istiyorlar
    yol ortasında
    güpegündüz.
    Bense burda rüzgâr gibi
    bir halk türküsü gibi hürüm,
    sen ordasın yavrum,
    ama asılamıyacak kadar küçüksün henüz.
    Elâlemin oğlu katil olmasın,
    elâlemin babası ölmesin,
    eve ekmekle uçurtma getirsin diye,
    orda onlar aldı göze ipi.

    İnsanlar,
    iyi insanlar,
    seslenin dünyanın dört köşesinden
    dur deyin,
    cellât geçirmesin ipi.
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:36

    BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM

    Ben
    senden önce ölmek isterim.
    Gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?
    Ben zannetmiyorum bunu.
    İyisi mi, beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    Kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun
    ki içinde beni görebilesin...
    Fedakârlığımı anlıyorsun :
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    Ve toz oluyorum
    yaşıyorum yanında senin.
    Sonra, sen de ölünce
    kavanozuma gelirsin.
    Ve orda beraber yaşarız
    külümün içinde külün,
    ta ki bir savruk gelin
    yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar...
    Ama biz
    o zamana kadar
    o kadar
    karışacağız
    ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
    yan yana düşecek.
    Toprağa beraber dalacağız.
    Ve bir gün yabani bir çiçek
    bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak
    iki çiçek açacak :
    biri sen
    biri de ben.
    Ben
    daha ölümü düşünmüyorum.
    Ben daha bir çocuk doğuracağım.
    Hayat taşıyor içimden.
    Kaynıyor kanım.
    Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
    ama sen de beraber.
    Ama ölüm de korkutmuyor beni.
    Yalnız pek sevimsiz buluyorum
    bizim cenaze şeklini.
    Ben ölünceye kadar da
    bu düzelir herhalde.
    Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
    İçimden bir şey :
    belki diyor.


    18 Şubat 1945
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:36

    BERKLEY



    Behey
    Berkley!
    Behey on sekizinci asrın filozof peskoposu.
    Felsefenden tüten günlük kokusu
    başımızı döndürmek içindir.
    Hayat kavgasında bizi
    dizüstü süründürmek içindir.

    Behey
    Berkley,
    Behey Allahın
    Cebrail şeklindeki Ezraili,
    Behey on sekizinci asrın en filozof katili!
    Hâlâ geziyor İskoçya köylerinde
    adımlarının sesi.
    Hâlâ uluyor adımlarının sesine
    tüyleri kanlı bir köpek.
    Hâlâ
    her gece titreyerek
    görüyor gölgeni İskoçya köylüleri
    evlerinin
    camlarında!
    Hâlâ
    kanlı beş parmağının izi var
    o beyaz buzlu camlar gibi şimal akşamlarında!

    Behey
    Berkley!
    Behey meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi,
    Kıralın şövalyesi,
    sermayenin altın sesi,
    ve Allahın peskoposu!
    Felsefenden tüten günlük kokusu
    başımızı döndürmek içindir.
    Hayat kavgasında bizi
    dizüstü süründürmek içindir!

    Her kelimen
    kelepçelerken
    bileklerimizi,
    kıvrılan
    bir yılan
    gibi satırların
    sokmak istiyor yüreklerimizi.
    Beli hançerli bir İsaya benziyor resmin.
    Sivriliyor kitaplarından ismin
    sivri yosunlu ucundan
    kızıl kan
    damlıyan
    yeşil bir diş gibi.
    Her kitabın
    diz çökmüş önünde Rabbın
    kara kuşaklı bir keşiş gibi..
    Sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın,
    inandıracaktın?
    Biz İsanın vuslatını bekleyen
    bir rahibe değiliz ki!

    Behey
    Berkley!
    Behey tilkilerin şahı tilki!
    Çalarken satırların zafer düdüğü,
    küçük bir taş parçasının en küçüğü
    imparatorların imparatoru gibi çıkınca karşısına,
    hemen anlaşmak için
    bir kapı açıyorsun,
    binip Allahının sırtına
    soldan geri kaçıyorsun!
    Kaçma dur!
    Her yol Romaya gider,
    — bu belki doğrudur —
    fakat
    fikri evvel gören her felsefenin
    safsata iklimidir yelken açtığı yer!
    Bu bir hakikat
    — hem de mutlak cinsinden — !
    İşte sen
    işte senin felsefen:
    Sen o sarı kırmızı rengini gördüğün
    cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün
    parlak
    yuvarlak
    elmaya:
    «Fikirlerin bir
    terkibidir,»
    diyorsun!
    Dışımızda bize bağlanmadan
    var olan
    varlığı
    inkâr ediyorsun!

    Şu mavi deniz
    şu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi,
    kendi kendinden aldığın fikirlerdir, öyle mi?
    Mademki kendi fikrindir yüzen gemi,
    mademki kendi fikrindir umman,
    ne zaman var,
    ne mekân!
    Ne senin haricinde bir vücut
    ne senden evvel kimse mevcut,
    ne senden sonra kâinat baki
    bir sen
    bir de Allah hakikî.

    Lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı!
    Senin dışında değil miydi
    kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı?
    Yoksa kendi altında sen
    kendinle mi yattın?
    Diyelim ki senden evvel baban yok
    İsa gibi.
    Yine fakat bacakları arasından çıktığın
    Meryem gibi bir anan da mı yok!
    Diyelim ki yapyalnızsın
    Turu Sinada Musa gibi,
    ne yazık! Tevratını okuyan da mı yok!
    Çok yalan söylemişsin çok.

    Sen emin ol ki Berkley
    — olmasan da zarar yok —
    bu şi're benzer yazıda hissene düşen şey:
    biraz alay
    biraz şaka
    ve birkaç tokat
    — eldivensiz cinsinden —
    Neyleyim?
    Neş'e kavganın musikisidir.
    Kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz
    neş'enin çelik ahengini duymayan adam;
    neş'e ... iyi şeydir vesselam,
    — baş döndürmezse eğer —
    ve işte bizimkiler
    güldüler mi,
    ağız dolusu gülüyorlar.
    Kabahat onların kuvvetinde:
    yoksa ne sende
    ne de bende!

    Dinle Berkley!
    — dinlemesen de olur —
    Biz dinleyelim:
    Beynimiz bal yoğuran
    bir kovan.
    Ona balı dolduran
    arıdır hayat.
    Aldığımız hislerin
    sonsuz derin
    pınarıdır kâinat!
    Kâinat geniş
    kâinat derin
    kâinat uçsuz bucaksız!
    Biz onun parçaları,
    biz ondan doğan bir sürü bacaksız!
    Biz o bacaksızların
    — anasını inkâr etmeyen cinsi —
    Çünkü biz
    emredenlere emir verenlerden değiliz!
    Bağlıyız toprağa
    kalın halatlar gibi kollarımızla!
    Çelik dişleri şimşekli çarklılar
    koparırken kara toprağın esrarını,
    biz
    seyretmedeyiz
    cihan içinden cihanların
    doğuşunu;
    kehkeşanların
    gümüş aydınlığında!
    Görmüşüz,
    görmedeyiz
    yılların yollarında toprak oluşunu
    kızıl kadife dudaklı kızların!
    Çiziyor hareketi gözlerimize
    sonsuz maviliklerde
    kuyrukluyıldızların
    sırma saçlarından kalan izler.

    Her habbe koynunda bir kubbeyi gizler!..

    Şu denizler,
    şu denizlerin üstünde denizler gibi esen,
    rüzgârların uğultusu.
    Şu ipi kopmuş
    inci bir gerdanlık gibi damlayan su,
    şu bir damla su,
    uzaklaştıkça, yaklaşılan
    hakikati gizler..

    Her yeni ummanla beraber
    bir yeni imkân!
    Kâinat geniş
    kâinat derin
    kâinat uçsuz bucaksız!

    Behey!
    Berkley!
    Behey bir karış boyuna bakmadan
    Karpatları inkâr eden cüce!
    Ahrete gittiysen eğer
    oradan bir taç gönder,
    süslemek için Allahının kafasını!
    Fakat buradan
    topla hemen tarağını tasını,
    Haraç mezat!
    Haraç mezat!
    götür pazara bir pula sat:
    Topraktaki saltanatın
    göğe çıkan tahtını!

    Yok üstünde tabiatın
    tabiattan gayri kuvvet!..
    Tabiat geniş
    tabiat derin
    tabiat uçsuz bucaksız!..
    1926
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:37

    BEŞ SATIRLA


    Annelerin ninnilerinden
    spikerin okuduğu habere kadar,
    yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
    anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
    anlamak gideni ve gelmekte olanı.

    1946
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:37

    BEYAZIT MEYDANI'NDAKİ ÖLÜ


    Bir ölü yatıyor
    on dokuz yaşında bir delikanlı
    gündüzleri güneşte
    geceleri yıldızların altında
    İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.



    Bir ölü yatıyor
    ders kitabı bir elinde
    bir elinde başlamadan biten rüyası
    bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında
    İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.



    Bir ölü yatıyor
    vurdular
    kurşun yarası
    kızıl karanfil gibi açmış alnında
    İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.



    Bir ölü yatacak
    toprağa şıp şıp damlayacak kanı
    silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip
    zaptedene kadar
    büyük meydanı.


    Mayıs 1960
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:37

    BİR ACAYİP DUYGU



    «Mürdüm eriği
    çiçek açmıştır.
    — ilkönce zerdali çiçek açar
    mürdüm en sonra —

    Sevgilim,
    çimenin üzerine
    diz üstü oturalım
    karşı-be-karşı.
    Hava lezzetli ve aydınlık
    — fakat iyice ısınmadı daha —
    çağlanın kabuğu
    yemyeşil tüylüdür
    henüz yumuşacık...
    Bahtiyarız
    yaşayabildiğimiz için.
    Herhalde çoktan öldürülmüştük
    sen Londra'da olsaydın
    ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut...

    Sevgilim,
    ellerini koy dizlerine
    — bileklerin kalın ve beyaz —
    sol avucunu çevir :
    gün ışığı avucunun içindedir
    kayısı gibi...

    Dünkü hava akınında ölenlerin
    yüz kadarı beş yaşından aşağı,
    yirmi dördü emzikte...

    Sevgilim,
    nar tanesinin rengine bayılırım
    — nar tanesi, nur tanesi —
    kavunda ıtrı severim
    mayhoşluğu erikte ..........»

    .......... yağmurlu bir gün
    yemişlerden ve senden uzak
    — daha bir tek ağaç bahar açmadı
    kar yağması ihtimali bile var —
    Bursa cezaevinde
    acayip bir duyguya kapılarak
    ve kahredici bir öfke içinde
    inadıma yazıyorum bunları,
    kendime ve sevgili insanlarıma inat.


    7 Şubat 1941
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:37

    BİR AYRILIŞ HİKAYESİ


    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya
    çıldırasıya...
    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
    yüzde hudutsuz kere yüz...
    Kadın erkeğe dedi ki:
    -Baktım
    dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    Şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
    Ve ben artık
    biliyorum:
    Toprağın -
    yüzü güneşli bir ana gibi -
    en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
    Fakat neyleyim
    saçlarım dolanmış
    ölmekte olan parmaklarına
    başımı kurtarmam kabil
    değil!
    Sen
    yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun
    gözlerine bakarak..
    Sen
    yürümelisin,
    beni bırakarak...
    Kadın sustu.
    SARILDILAR
    Bir kitap düştü yere...
    Kapandı bir pencere...
    AYRILDILAR...
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:38

    BİR CEZAEVİNDE, TECRİTTEKİ ADAMIN MEKTUPLARI



    1

    Senin adını
    kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
    Malum ya, bulunduğum yerde
    ne sapı sedefli bir çakı var,
    (bizlere âlâtı-katıa verilmez),
    ne de başı bulutlarda bir çınar.
    Belki avluda bir ağaç bulunur ama
    gökyüzünü başımın üstünde görmek
    bana yasak...
    Burası benden başka kaç insanın evidir?
    Bilmiyorum.
    Ben bir başıma onlardan uzağım,
    hep birlikte onlar benden uzak.
    Bana kendimden başkasıyla konuşmak
    yasak.
    Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
    Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
    şarkı söylüyorum karıcığım.
    Hem, ne dersin,
    o berbat, ayarsız sesim
    öyle bir dokunuyor ki içime
    yüreğim parçalanıyor.
    Ve tıpkı o eski
    acıklı hikâyelerdeki
    yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
    mavi gözleri ıslak
    kırmızı, küçücük burnunu çekerek
    senin bağrına sokulmak istiyor.
    Yüzümü kızartmıyor benim
    onun bu an
    böyle zayıf
    böyle hodbin
    böyle sadece insan
    oluşu.

    Belki bu hâlin
    fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
    Belki de sebep buna
    bana aylardır
    kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
    bu demirli pencere
    bu toprak testi
    bu dört duvardır...

    Saat beş, karıcığım.
    Dışarda susuzluğu
    acayip fısıltısı
    toprak damı
    ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
    bir sakat ve sıska atıyla,
    yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
    dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
    ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.

    Bugün de apansız gece olacaktır.
    Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
    Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
    bu ümitsiz tabiatın
    ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
    Yine o malum sonuna erdik demektir işin,
    yani bugün de mükellef bir daüssıla için
    yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
    Ben,
    ben içerdeki adam
    yine mutad hünerimi göstereceğim
    ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
    suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
    yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı
    seni böyle uzak,
    seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
    kafamın içinde duymak...


    2

    Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
    Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
    taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
    Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
    dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
    Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
    suyu donmayan testi
    ve sabahları çimentonun üstünde güneş...
    Güneş,
    artık o her gün öğle vaktine kadar,
    bana yakın, benden uzak,
    sönerek, ışıldayarak
    yürür...
    Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
    başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
    dışarda akşam olur,
    bulutsuz bir bahar akşamı...
    İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
    Velhasıl
    o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
    bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
    hürriyet denen ifrit...
    Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
    bittecrübe sabit...

    3

    Bugün pazar.
    Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
    Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
    bu kadar mavi
    bu kadar geniş olduğuna şaşarak
    kımıldanmadan durdum.
    Sonra saygıyla toprağa oturdum,
    dayadım sırtımı duvara.
    Bu anda ne düşmek dalgalara,
    bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
    Toprak, güneş ve ben...
    Bahtiyarım...

    1938
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:38

    BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ


    Rüzgâr,
    yıldızlar
    ve su.
    Bir Afrika rüyasının uykusu
    düşmüş dalgalara.
    Işıltılı, kara
    bir yelken gibi ince
    direğinde geminin.
    Geçmekteyiz içinden
    bir sayısız
    bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.

    Yıldızlar
    rüzgâr
    ve su.
    Başüstünde bir gemici korosu
    su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
    yıldızlar gibi
    rüzgâr gibi
    su gibi bir türkü.
    Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok!
    İnmedi bir gün bile gözlerimize
    bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.»
    Bu türkü
    diyor ki,
    «Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz
    ölümün önünde sigaramızı.»
    Bu türkü
    diyor ki,
    «Çizmişiz rotamızı
    dostların alkışlarıyla değil
    gıcırtısıyla düşmanın
    dişlerinin.»
    Bu türkü diyor ki, «Dövüşmek..»
    Bu türkü diyor ki, «Işıklı büyük
    ışıklı geniş ve sınırsız bir limana
    dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
    Bu türkü diyor ki, «Yıldızlar
    rüzgâr
    ve su...»

    Başüstünde bir gemici korosu
    bir türkü söylüyor;
    yıldızlar gibi
    rüzgâr gibi,
    su gibi bir türkü..
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:38

    BİR HAZİN HÜRRİYET



    Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan
    yoğurursun
    bütün nimetlerin hamurunu.
    Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı
    Karun etmek hürriyetiyle hürsün!

    Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
    işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
    değirmenleri,
    büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
    hürriyetiyle hürsün!

    Başın ensenden kesik gibi düşük,
    kolların iki yanında upuzun,
    büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
    işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!

    En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
    Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
    hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!

    Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki,
    Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
    doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!

    Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,
    büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
    yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle
    hürsün

    Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok
    hürsün.

    Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.


    1951
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:38

    BİR KIZ VARDI JAPONYADA


    Bir kız vardı Japonyada
    ufacık, tefecik bir kız,
    Bir bulut vardı dünyada
    işi: öldürmekti yalnız.



    Bu bulut bu kızcağızın
    öldürdü nineciğini,
    külünü göğe savurdu,
    sonra, yine apansızın
    gelip babasını vurdu,
    sonra da kızın kendisini.
    Ve doymadı ve doymadı
    yeni kurbanlar arıyor.
    Atom ölümüdür adı,
    karanlıkta bağırıyor.



    Büyük bir birlik kuralım,
    canavarı susturalım.
    Savaş cengine gidelim,
    canavarı yok edelim.
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:39

    BİR KÜVET HİKAYESİ


    1

    Süleyman'a karısı telefon etti :
    — Konuşan ben,
    ben, Fahire.
    Tanımadın mı sesimden?
    Demek çok bağırdım birdenbire.
    Çığlık mı?
    Belki...
    Hayır,
    çocuklar hasta değil.
    Dinle beni :
    İşini bırak da gel,
    çabuk ol ama.
    Telefonda anlatamam,
    olmaz.
    Daha kıyamet kadar vakit var akşama.
    Saatlar, saatlar,
    kıyamet kadar.
    Sorma.
    Dinle beni...
    Hemen vapur bulamazsan
    Üsküdar'a kayıkla geç.
    Bir taksiye atla.
    Paran yoksa
    patrondan avans al.
    Yolda hiçbir şey düşünme,
    mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
    Yalan kuvvetliye söylenir
    ben kuvvetsizim.
    Alay etme kuzum.
    Evet kar yağacak,
    evet
    hava güzel.
    Koynuna girdiğim adam gibi
    kocam gibi değil,
    büyüğüm, akıllım,
    babam gibi gel...


    2

    Geldi Süleyman,
    Fahire, kocası Süleyman'a sordu :
    — Doğru mu?
    — Evet.
    — Teşekkür ederim Süleyman.
    Bak işte rahatladım.
    Bak işte ağlamıyorum artık.
    Nerde buluşuyordunuz?
    — Bir otelde.
    — Beyoğlu tarafında mı?
    — Evet.
    — Kaç defa?
    — Ya üç, ya dört.
    — Üç mü, dört mü?
    — Bilmiyorum.
    — Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman?
    — Bilmiyorum.
    — Demek ki bir otel odasında.
    Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
    Bir İngiliz romanında okudum,
    bu işlere yarayan otellerde
    kırık küvetler varmış.
    Sizinkinde de var mıydı Süleyman?
    — Bilmiyorum.
    — Hele düşün,
    toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
    — Evet.
    — Hiç hediye verdin mi?
    — Hayır.
    — Çukulata, filân?
    — Bir defa.
    — Çok mu seviyordun?
    — Sevmek mi?
    Hayır...
    — Başkaları da var mı Süleyman?
    — Yok.
    — Olmadı mı?
    — Hayır.
    — Bunu sevdin demek...
    Başkaları da olsaydı
    daha rahat ederdim...
    Çok mu güzel yatıyordu?
    — Hayır.
    — Doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
    — Doğru söylüyorum...
    — Zaten gösterdiler bana.
    İnek gibi karı.
    Belimden kalın bacakları...
    Fakat zevk meselesi bu...
    Bir sual daha, Süleyman :
    Niçin?
    — Bilmiyorum...

    Karanlıkta pencerenin hizasında
    karlı, ağır bir çam dalı.
    Bir hayli zaman oldu
    sofada asma saat on ikiyi çalalı.



    3

    Süleyman'ın karısı Fahire
    şunları anlattı kocasına ertesi gün :
    — ... Dayanılmaz bir acı halindeydi
    kendime karşı duyduğum merhamet,
    ölmeye karar verdimdi, Süleyman...
    Annem, çocuklarım ve en önde sen
    bulacaktınız karda ayak izlerimi.
    Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
    ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
    arka arsada bostan kuyusundan.
    Kolay mı?
    Gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
    sonra kenarına çıkıp durarak
    baş aşağı atlamak karanlığına?

    Fakat bulmadınızsa eğer
    karda ayak izlerimi
    sade korktuğumdan değil.
    Bekçi, merdiven, polisler,
    dedikodu, kepazelik,
    aldatılmış bir zevcenin intiharı :
    komik.
    Niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
    Kime? Herkese, sana meselâ.
    İnsan, ölmeye karar verirken bile
    insanları düşünüyor...

    Sen yatakta uyuyordun
    yüzün rahat,
    her zaman nasıl uyursan
    ondan evvel ve o varken.

    Dışarda kar yağmaya başladı.
    Bir tek gecelikle çıkmak balkona :
    Zatürree ertesi gün,
    nümayişsiz ölüvermek.
    Hayır,
    hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.

    Yaktım sobamızı.
    İyice ısınmak lâzım ilkönce.
    Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
    Pencereye, kara bakıyorum :
    «Eşini gaip eyleyen bir kuş
    gibi kar
    geçen eyyamı nev baharı arar...»
    Babam bu şiiri çok severdi.
    Sen beğenmezsin.
    «Sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...»

    Lambayı söndürmeden balkona çıktım.
    « ... gibi kar
    düşer düşer ağlar...»
    Oturdum balkonda iskemleye.
    Havada çıt yok.
    Karanlık bembeyaz.
    Uykudayım sanki.
    Sanki çok sevdiğim bir insan
    korkarak beni uyandırmaktan
    yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
    Üşümüyordum.
    Kederim duruluyor
    berraklaşıyor.
    Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
    sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
    Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
    acayip şeyler düşünüyordum :
    Feneryolu'ndaki çınar
    150 yaşındaymış.
    Ömrü bir gün süren böcekler.
    Gün gelecek
    insanlar çok uzun
    çok bahtiyar yaşayacaklar.
    İnsanın yüreği ve kafası var...
    İnsanın elleri...
    İnsan?
    Ne zamanki,
    nerdeki,
    hangi sınıftan?
    Onların insanları,
    bizim insanlarımız.
    Ve her şeye rağmen
    yeni bir dünya için yapılan kavga.
    Sonra sen
    ben
    bir kırık küvet
    ve benim
    kendime karşı duyduğum merhamet...

    Kar durdu.
    Sökmek üzre şafak.
    Utanarak
    odaya döndüm.
    O anda uyansaydın
    sarılıp boynuna...
    Uyanmadın.
    Evet,
    çok şükür nezle bile değilim.

    Şimdi?
    Zaman zaman hatırlayıp
    zaman zaman unutacağım.
    Yine yan yana yaşayacağız
    beni sevdiğine emin olarak.



    4

    Altı ay kadar geçti aradan.
    Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
    Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
    Fahire birdenbire durdu
    baktı muhabbetle kocasının gözlerine
    ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu.



    16 Ağustos 1940
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:39

    BULUT MU OLSAM



    Denizin üstünde ala bulut

    yüzünde gümüş gemi

    içinde sarı balık

    dibinde mavi yosun

    kıyıda bir çıplak adam

    durmuş düşünür.



    Bulut mu olsam,

    gemi mi yoksa?

    Balık mı olsam,

    yosun mu yoksa?..

    Ne o, ne o, ne o.

    Deniz olunmalı, oğlum,

    bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:39

    BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESİN


    Analardır adam eden adamı
    aydınlıklardır önümüzde gider.
    Sizi de bir ana doğurmadı mı?
    Analara kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.



    Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
    uçurtması geçiyor ağaçlardan,
    siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
    Çocuklara kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.



    Gelinler aynada saçını tarar,
    aynanın içinde birini arar.
    Elbet böyle sizi de aradılar.
    Gelinlere kıymayın efendiler.
    Bulutlar adam öldürmesin.



    İhtiyarlıkta aklına insanın,
    tatlı anıları gelmeli yalnız.
    Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
    efendiler, siz de ihtiyarsınız.
    Bulutlar adam öldürmesin.


    Şubat 1955
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:39

    BU VATANA NASIL KIYDILAR


    İnsan olan vatanını satar mı?
    Suyun içip ekmeğini yediniz.
    Dünyada vatandan aziz şey var mı?
    Beyler bu vatana nasıl kıydınız?



    Onu didik didik didiklediler,
    saçlarından tutup sürüklediler.
    götürüp kâfire : «Buyur...» dediler.
    Beyler bu vatana nasıl kıydınız?



    Eli kolu zincirlere vurulmuş,
    vatan çırılçıplak yere serilmiş.
    Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
    Beyler bu vatana nasıl kıydınız?



    Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
    günü gelir hesabınız görülür.
    Günü gelir sualiniz sorulur :
    Beyler bu vatana nasıl kıydınız?


    1959
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:40

    BÜYÜK İNSANLIK



    Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
    tirende üçüncü mevki
    şosede yayan
    büyük insanlık.



    Büyük insanlık sekizinde işe gider
    yirmisinde evlenir
    kırkında ölür
    büyük insanlık.



    Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
    pirinç de öyle
    şeker de öyle
    kumaş da öyle
    kitap da öyle
    büyük insanlıktan başka herkese yeter.



    Büyük insanlığın toprağında gölge yok
    sokağında fener
    penceresinde cam
    ama umudu var büyük insanlığın
    umutsuz yaşanmıyor.


    7 Ekim, Taşkent, 1958
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:40

    CEVAP NUMARA DÖRT


    Onlar istiyorlar ki
    çift ağızlı baltalarıyla
    yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
    o kara gömlekleri beyaz kordonlu
    golf pantolonlu
    kadroların..


    KARDEŞLER!
    Onlara sokakta rastlarsanız eğer
    ölümü görmüş gibi çevirin başınızı.
    Kirpiksiz sarı gözler gözünüze bakarken
    arkadan sırtınıza bir
    bıçak girebilir...
    Onlar istiyorlar ki
    kara toprağın kalbi durana kadar
    biz pazarda kelepir bir mal gibi satalım
    kafamızın ışığını, gücünü kolumuzun..
    Kadınlarımızı karşılarında oynatalım.
    Ve dumanlanmağa başlayınca
    gözümüzün bakışı,
    yavaşlayınca
    damarlarımızda kanın akışı
    karaya vurmuş balıklar gibi
    köprü altlarında yatalım..


    KARDEŞLER!
    Onlara elleriniz dokunmuşsa eğer
    yedi tas su dökün ellerinize.
    Yırtarak bayramlık gömleğimi ben
    peşkir yaparım size...
    Biz
    ayrı dillerde aynı şarkıyı okuyanlar,
    Biz
    aynı yastıkta yatar gibi
    toprağa başlarını yan yana koyanlar,
    Biz,
    yüzümüzün derisi koyu açık yanmış diye,
    saçlarımız ayrı ayrı boyanmış diye
    barsaklarımızı birbirimizin avucuna dökerek
    birbirimizin gırtlağını dişimizle sökerek
    gebereceğiz...
    Ve kadrolar
    parlatarak
    kara gömleklerinin beyaz kordonlarını
    gömecekler kadife koltuklara
    golf pantolonlarını...


    KARDEŞLER!
    Onların adına benziyorsa adınız eğer
    adınızı değiştirin.
    Vebanın girdiği kapıdan girin
    onların evine atmayın ayak....
    Onlar istiyorlar ki
    çift ağızlı baltalarıyla
    yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
    o kara gömlekleri beyaz kordonlu
    golf pantolonlu
    kadroların......
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:40

    CEVİZ AĞACI



    Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
    ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
    budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.



    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
    Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
    Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
    koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
    Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
    Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
    Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
    Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
    Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.



    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 32
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:40

    ÇANKIRI HAPİSANESİNDEN MEKTUPLAR


    1

    Saat dört,
    yoksun.
    Saat beş,
    yok.
    Altı, yedi,
    ertesi gün,
    daha ertesi
    ve belki
    kim bilir...

    Hapisane avlusunda
    bir bahçemiz vardı.
    Sıcak bir duvar dibinde
    on beş adım kadardı.
    Gelirdin,
    yan yana otururduk,
    kırmızı ve kocaman
    muşamba torban
    dizlerinde...

    Kelleci Memed'i hatırlıyor musun?
    Sübyan koğuşundan.
    Başı dört köşe,
    bacakları kısa ve kalın
    ve elleri ayaklarından büyük.
    Kovanından bal çaldığı adamın
    taşla ezmiş kafasını.
    «Hanım abla» derdi sana.
    Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
    tepemizde, yukarda,
    güneşe yakın,
    bir konserve kutusunun içinde...

    Bir Cumartesi gününü,
    hapisane çeşmesiyle ıslanan
    bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
    Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
    aklında mı :
    «Beypazarı meskenimiz, ilimiz,
    kim bilir nerde kalır ölümüz...?»

    O kadar resmini yaptım senin
    bana birini bırakmadın.
    Bende yalnız bir fotoğrafın var :
    bir başka bahçede
    çok rahat
    çok bahtiyar
    yem verip tavuklara
    gülüyorsun.

    Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
    fakat pek âlâ gülebildik
    ve bahtiyar olmadık değil.
    Nasıl haberler aldık
    en güzel hürriyete dair,
    nasıl dinledik ayak seslerini
    yaklaşan müjdelerin,
    ne güzel şeyler konuştuk
    hapisane bahçesinde...

    2

    Bir akşamüstü
    oturup
    hapisane kapısında
    rubailer okuduk Gazalî'den :
    «Gece :
    büyük lâciverdî bahçe.
    Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
    Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.>

    Bir gün eğer,
    benden uzak,
    karanlık bir yağmur gibi,
    canını sıkarsa yaşamak
    tekrar Gazalî'yi oku.
    Ve Pîrâyende'm benim,
    ben eminim
    sen sadece merhamet duyacaksın
    ölümün karşısında onun
    ümitsiz yalnızlığı
    ve muhteşem korkusuna.

    Bir akar su getirsin Gazalî'yi sana :
    «— Toprak bir kâsedir
    çömlekçinin rafında tâcidar,
    ve zafer yazıları
    yıkılmış duvarlarında Keyhüsrevin...»

    Birikip sıçramalar.
    Soğuk
    sıcak
    serin.

    Ve büyük lâciverdi bahçede
    başsız ve sonsuz
    ve durup dinlenmeden
    devranı rakkaselerin...

    Bilmiyorum, neden
    aklımda hep
    ilkönce senden duyduğum
    Çankırılı bir cümle var :
    «Pamukladı mıydı kavaklar
    kiraz gelir ardından.»
    Kavaklar pamukluyor Gazalî'de,
    fakat
    görmüyor, üstat,
    kirazın geldiğini.
    Ölüme ibadeti bundandır.

    Şeker Ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor.
    Akşam.
    Dışarda çocuklar bağrışıyorlar.
    Çeşmeden akıyor su.
    Ve jandarma karakolunun ışığında
    akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
    Açıldı demirlerin dışında
    büyük, lâciverdî bahçem.
    A s l o l a n h a y a t t ı r ...

    Beni unutma Hatçem...


    3

    Bugün çarşamba :
    — biliyorsun —
    Çankırı'nın pazarı.
    Demir kapımızdan geçip
    kamış sepetimizde bize kadar gelecek
    yumurtası, bulguru,
    yaldızlı, mor patlıcanları...

    Dün köylerden inenleri seyrettim :
    yorgundular,
    kurnaz
    ve şüpheli,
    ve kaşlarının altında keder.
    Erkekler eşeklerde,
    kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
    Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
    Herhalde iki çarşambadır pazarda :
    kırmızı başörtülü
    «kibirsiz» İstanbulluyu aramışlardır...
    20 Temmuz 1940


    4

    Sıcaklar bildiğin gibi değil
    ve ben ki yalı uşağıyım,
    deniz ne kadar uzak...

    İkiyle beş arası
    cibinliğin altına uzanarak
    ter içinde
    kımıldanmadan
    gözlerim açık
    dinliyorum sineklerin uğultusunu.
    Biliyorum :
    şimdi avluda
    duvarlara çarpıyorlardır suyu,
    kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur.
    Ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde
    bir kezzap aydınlığı içindedir
    simsiyah kiremitleriyle şehir...

    Geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor.
    sonra kayboluyor birdenbire.
    Ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup,
    yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak
    bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak.
    Ve zaman zaman
    ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
    bir korku halinde tabiatı...

    Bir zelzele olabilir.
    Zaten üç günlük yere geldi,
    salladı çapanoğlu Yozgad'ı.
    Ve yerlilerin kavlince :
    altı tekmil tuz madeni olduğundan
    yıkılacak Çankırı şehri
    kıyametten kırk gün önce.
    Yatıp bir gece
    başın bir kalasla ezilmiş,
    çıkmamak sabaha...
    Ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
    Ben yaşamak istiyorum biraz daha,
    daha bir hayli yaşamak.
    Bunu birçok şey için istiyorum,
    birçok
    çok mühim şeyler.


    12 Ağustos 1940


    5

    Saat beşte akşam oluyor :
    insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
    Yağmur taşıdıkları belli.
    Birçoğu
    elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
    Bizim odanın yüz mumluğu,
    terzilerin gaz lambası yandı.
    Terziler ıhlamur içiyorlar...
    Kış geldi demektir...
    Üşüyorum.
    Fakat kederli değilim.
    Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır :
    kış günleri hapisanede,
    sade hapisanede değil,
    bu kocaman
    bu ısınası
    bu ısınacak dünyada
    üşüyüp
    kederli olmamak...

    26 Ekim 1940

      Forum Saati Cuma Mayıs 17 2024, 12:29