aslandoğmuş köyü forum

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ASLANDOĞMUŞ KÖYÜ WEB SİTESİ FORUM


    Nazım Hikmet şiirleri

    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:41

    ÇARLIK RUSYASININ ÖLÜMÜ



    Bin dokuz yüz on yedi
    ikinciteşrin yedi...
    Yumuşak ve derin
    sesiyle Lenin:
    "Dün erkendi, yarın geç
    zaman tamam bugün," dedi..
    Yağlı çarklılarla yağlı işçiler:
    "Bugün!" dedi.
    Ölümü açlıktan öldüren siper:
    "Bugün!" dedi.
    Ağır
    çelik
    kara
    toplarıyla AVRORA:
    "BUGÜN!" dedi,
    "BUGÜN!" dedi..






    Artık
    ne kışlık sarayda
    sarhoş eteklerin ipekli sesi,
    ne paskalya çanlarında deli duası çarın,
    ne Sibirya yollarında zincir iniltisi...
    Artık
    votka kadehlerinde ıslanmıyacak
    sarı sarkık bıyıkları pameşçiklerin.
    Kara toprağın üstünde bir avuç kan gibi
    yanmıyacak,
    bakır sakalları
    açlıktan ölen mujiklerin.
    Artık
    kararmıyacaktır karlı sokaklar
    kara bir rüzgar gibi geçen
    Çarın kazaklarından.
    Sarkmıyacaktır işçi kadınların
    kanlı saçları:
    kara kalpaklı kazakların mızraklarından.
    Yandı kanatları iki başlı kara kartalın,
    düştü yere,
    öldü.
    Buzlu Baltık denizinin kıyısında
    bir pencere örtüldü.
    Açıldı bir pencere....
    Bin dokuz yüz on yedi
    ikinciteşrin yedi...
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:41

    ÇINARI YIKMAK İÇİN BALTAYI KÖKÜNE VURURLAR


    Çınarı yıkmak için
    baltayı köküne vururlar.
    evi yıkmak için
    sokarlar kundağı temele.
    Kartal uçmaz olur
    kanadı kırılınca.
    düşünebilir miyiz
    başımız vurulunca?



    Onlar köküdür memleketin,
    dallara yürüyen su
    bu kökte saklıdır.
    Onlar umudun temeli,
    onlar kanadı hürriyetin,
    halkın aklıdır.



    Kaç kere kaç yerde baltalandı kök
    yürümez oldu su
    dallar kurudu.
    Kırıldı kanat
    öldürdüler aklı;
    Ve sonra yolladılar insanları salhaneye.
    Çünkü böyledir
    asrımızın gerçeklerinden biri.
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:41

    ÇOCUKLARIMIZA NASİHAT



    Hakkındır yaramazlık.
    Dik duvarlara tırman
    yüksek ağaçlara çık.
    Usta bir kaplan
    gibi kullansın elin
    yerde yıldırım gibi giden bisikletini..
    Ve din dersleri hocasının resmini yapan
    kurşunkaleminle yık
    Mızraklı İlmihalin
    yeşil sarıklı iskeletini..
    Sen kendi cennetini
    kara toprağın üstünde kur.
    Coğrafya kitabıyla sustur,
    seni «Hilkati Âdem»le aldatanı..
    Sen sade toprağı tanı
    toprağa inan.
    Ayırdetme öz anandan
    toprak ananı.
    Toprağı sev
    anan kadar...
    1928
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:41

    ÇOCUKLAR ÖLEBİLİR YARIN


    ..............

    Çocuklar ölebilir yarın,

    hem de ne sıtmadan ne kuşpalazından

    düşerek te değil kuyulara filân;

    çocuklar ölebilir yarın,

    çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,

    çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında,

    ne bir santim kemik, ne bir damla kan,

    çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında

    arkalarında bir avuç kül bile değil

    arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
    ..............
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:41

    DAVET


    Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
    Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
    bu memleket, bizim.

    Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benziyen toprak,
    bu cehennem, bu cennet bizim.

    Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
    yok edin insanın insana kulluğunu,
    bu dâvet bizim....

    Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine,
    bu hasret bizim...
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:42

    DOĞUM


    Anası bir oğlancık doğurdu bana;
    kaşsız, sarı bir oğlan,
    masmavi kundağında yatan
    bir nur topu, üç kilo ağırlığında.

    Benim oğlan
    dünyaya geldiği zaman,
    çocuklar doğdu Korede,
    sarı ay çiçeğine benziyorlardı.
    Makartır kesti onları,
    gittiler ana sütüne bile doymadan
    Benim oğlan
    dünyaya geldiği zaman,
    çocuklar doğdu Yunan zindanlarında,
    babaları kurşuna dizilmiş.
    Bu dünyada ilk görülecek şey diye
    demir parmaklığı gördüler.

    Benim oğlan
    dünyaya geldiği zaman
    çocuklar doğdu Anadoluda,
    mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
    Bitlendiler doğar doğmaz
    kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
    Benim oğlan
    benim yaşıma bastığı zaman,
    ben bu dünyada olmıyacağım,
    ama harikulâde bir beşik olacak dünya,
    siyah,
    beyaz,
    sarı
    bütün çocukları
    sallıyan
    mavi atlas döşekli bir beşik.


    Makartır - (Mac Arthur): Amerikan generali. 2. Dünya savaşında
    Asya'daki Amerikan ordularının kumandanlığını yaptı. Asya halk-
    larına karşı yürüttüğü baskılarla ün saldığı (!) için Amerikan hükü-
    meti tarafından Kore savaşının kumandanlığına da atandı.
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:42

    DON KİŞOT

    Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
    ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
    bir Temmuz sabahı fethine çıktı
    güzelin, doğrunun ve haklının :
    önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
    altında mahzun, fakat kahraman Rosinant'ı.
    Bilirim,
    hele bir düşmeyegör hasretin hâlisine,
    hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
    yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,
    yeldeğirmenleriyle dövüşülecek.

    Haklısın, elbette senin Dülsinya'ndır en güzel kadını yeryüzünün,
    sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu,
    alaşağı edecekler seni
    bir temiz pataklayacaklar.
    Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
    sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
    ağır, demir kabuğunun içinde
    ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek...


    1947
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:42

    DÖRTLÜK'LER



    MAVİ LİMAN

    Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
    Seyir defterini başkası yazsın.
    Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
    Beni o limana çıkaramazsın...



    --------------------------------------------------------------------------------



    MÜNEVVER'İN DOĞUM GÜNÜ

    Yapraklara dallara, yeşillere, allara,
    nice nice yıllara gülüm, nice nice yıllara.
    Yaprak dala, al yeşile yaraşır,
    gayrı bundan böyle vermem seni ellere...



    --------------------------------------------------------------------------------



    TRAFİK MEMURLARI

    Trafik memurları dikilmiş durur
    el kol kımıldar kaşlar çatık
    sopalarının ucunda hürriyetimiz
    trafik memurları dikilip duracak
    sokaktakiler birbirlerini sevmeği öğreninceye kadar.



    --------------------------------------------------------------------------------



    YİNE YAĞMUR ÜSTÜNE

    Serçe kuşları gibi yağmur
    çinko dama serptiğim
    ekmek kırıntılarını
    telâşlı telâşlı, tıkır tıkır.
    serçe kuşları gibi yağmur.



    --------------------------------------------------------------------------------



    YOLCULUK

    Bir şair yolculuk ediyor
    bir denizinde dünyamızın
    bakarak bir yıldıza.

    Yolculuk ediyor şairin biri
    yıldızlardan birinde bir denizde
    bakarak dünyamıza.

    Yolculuk ediyor şairler
    denizlerinde kâinatın
    bakarak birbirine.




    --------------------------------------------------------------------------------



    DÖRTLÜK

    Koparmış ipini eski kayıklar gibi yüzer
    kışın, sabaha karşı rüzgârda tahta cumbalar
    ve bir saç mangalın küllerinde
    uyanır uykuda büyük İstanbulum.



    --------------------------------------------------------------------------------



    GELMİŞ DÜNYANIN DÖRT BİR UCUNDAN

    Gelmiş dünyanın dört bir ucundan
    Ayrı dilleri konuşur, anlaşırız
    Yeşil dallarız dünya ağacından
    Gençlik denen bir millet var, ondanız.




    --------------------------------------------------------------------------------



    BEŞ SATIRLA

    Annelerin ninnilerinden
    spikerin okuduğu habere kadar,
    yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
    anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
    anlamak gideni ve gelmekte olanı.
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:42

    DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU



    Akrep gibisin kardeşim,
    korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
    Serçe gibisin kardeşim,
    serçenin telaşı içindesin.
    Midye gibisin kardeşim,
    midye gibi kapalı, rahat.
    Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
    Bir değil,
    beş değil,
    yüz milyonlarlasın maalesef.
    Koyun gibisin kardeşim,
    gocuklu celep kaldırınca sopasını
    sürüye katılıverirsin hemen
    ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
    Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
    hani şu derya içre olup
    deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
    Ve bu dünyada, bu zulüm
    senin sayende.
    Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
    ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
    kabahat senin,
    — demeğe de dilim varmıyor ama —
    kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
    1947
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:43

    DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA


    Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne

    allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar

    oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında

    dünyayı çocuklara verelim

    kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi

    hiç değilse bir günlüğüne doysunlar

    bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı

    çocuklar dünyayı alacak elimizden

    ölümsüz ağaçlar dikecekler
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:43

    FAKİR BİR ŞİMAL KİLİSESİNDE ŞEYTAN İLE RAHİBİN MACERASI


    İlkönce yağmurla
    sonra birdenbire açan güneşle başlamıştı sabah.
    Henüz ıslaktı asfaltın solundaki tarla.
    Harp esirleri çoktan iş başındaydılar.
    Topraktan nefret duyarak
    — halbuki köylüydü birçoğu —
    tıraşlı ve korkak
    çapalıyorlardı patatesleri.
    Suluboya, solgun resimleri hatırlatıyordu insana
    köy kilisesinden gelen çan sesleri.

    Pazardı.
    Kilisede erkeklerin hepsi ihtiyardı
    kadınların değil,
    içlerinde büyük memeli kızlar,
    ve sarı saçlarına ak düşmemiş anneler vardı.
    Maviydi gözleri.
    Başları önde,
    kalın, kırmızı ve harap parmaklarına bakıyorlardı.
    Terliydiler.
    Haşlanmış lahanayla günlük kokuyordu.
    Kürsüde muhterem peder
    «beyannameyi» okuyordu,
    — gözlerini gizleyerek —.
    Renkliydi pencere camlarından biri.
    Bu camdan içeri giren güneş
    duruyordu genç bir kadının bembeyaz ensesinde
    eski bir kan lekesi gibi.
    Ve hiçbir zaman
    doğurmamış olan
    göğüssüz ve kalçasız bir Meryem'in kucağında bir çocuk :
    başı öyle büyük
    o kadar inceydi ki kıvrılmış bacakları
    hazin ve korkunçtu.
    Önlerinde kandil yanıyordu
    eski
    sert
    ve boyalı tahtayı aydınlatıp...

    İki adam boyundaydı tahta heykel.
    Şeytan saklanmıştı arkasına
    — kaşları çekik, sakalı sivri,
    Mefistofeles olması muhtemel,—-
    ve âlim bir tebessümle
    dinliyordu muhterem pederi.
    «— Avrupa'nın bekası,
    (okuyordu beyannameyi muhterem peder)
    Avrupa'nın bekası için harbediyoruz.»

    Dinliyordu Şeytan
    sivri sakalında keder
    ve âsi ve selîm aklına
    dayanılmaz bir ağrı vermekteydi yalan.

    Okuyordu rahip :
    «— Avrupa milletleri el ele verip
    harbediyoruz,
    ve mutlak imha edeceğiz
    medeniyet için tahripçi bir unsuru.»

    Şeytan bir parça yana itti Meryem'in heykelini
    ve havada sihirle efsun alâmetleri daireler çevirip
    kaldırdı elini
    rahibe doğru
    — etsizdi, uzundu bu el,
    hakikat gibi, kemikli ve kuru —.

    Ve ne olduysa o anda oldu işte.
    Renkli camın altındaki kadın
    çırılçıplak göründü kıpkırmızı güneşte.
    Memeleri ağırdı
    ve sarı ipek gibi parlıyordu karnının altında tüyler.
    Düşürdü kâadı muhterem peder
    ve Şeytan'ın iğvasıyla hakikati bağırdı :
    «— Karşı koymak günü geldi en büyük tehlikeye.
    Harbediyoruz,
    fuhşun bekası için,
    kerhane kapıları kapanmasın diye.
    Ve sen orda, arkada
    içinde beyaz entarisinin
    bir erkek çocuğu gibi duran,
    sen orospu olacaksın kızım.
    Sana firengi ve belsoğukluğu verecekler
    büyük şehirlerimizden birinde.
    Baban dönmeyecek
    Yatıyor şimdi yüzükoyun
    çok uzak bir toprağın üzerinde.
    Şimdi kan içindedir
    etli, kalın kulaklar
    ve ince kollarının dolandığı boyun.
    Yattığı yerde yalnız değil.
    Hareketsiz duran tanklarla, terk edilmiş toplar sahada.»

    Kendi sesinden ürkerek
    sustu rahip.
    Orda, arkada, beyazlı kız ağlıyordu.
    Kadife ceketli bir erkek
    — ihtiyar orman bekçisi civar çiftliğin —
    bir şeyler söylemek istedi.
    Sivri sakalını kaşıdı Şeytan,
    rahibe : «Devam et,» — dedi.
    Ve muhterem peder
    başladı tekrar konuşmaya :
    «— Harbediyoruz :
    pazar ve mal nizamının bekası için.
    Kömür, lâstik ve kereste,
    ve kendi değerinden fazla yaratan iş kuvveti
    satılmalıdır.
    Patiska, benzin
    buğday, patates, domuz eti
    ve taze gümrah bir sesin içindeki cennet
    satılmalıdır.
    Güneşli bahçesi ve resimli kitapları çocukluğun
    ve ihtiyarlığın emniyeti
    satılmalıdır.
    Şan, şeref ve saadet,
    ve
    kuru kahve
    topyekun pazar malı olup
    tartılıp, ölçülüp, biçilip satılmalıdır.
    Harbediyoruz :
    harbi bitirdiğimiz zaman
    aç, işsiz ve sakat
    — harp madalyasıyla fakat —
    köprü altında yatılmalıdır...»

    Yine sustu muhterem peder.
    Şeytan emretti yine :
    «— Naklet onun macerasını,
    o ne idi, ne oldu, anlat...»

    Ve anlattı rahip :
    «— Onu hepiniz hatırlarsınız,
    toprağın içindeki bir patates tohumu gibi
    fakir,
    çalışkan
    ve neşesiz geçti çocukluğu.
    Sonra uyandı birdenbire
    on yedi yaşına doğru.
    Yine fakirdi, çalışkandı.
    Fakat aylarca gidip
    bulutsuz bir denizde
    altında sönük yelkenlerin
    sanki çok sıcak bir sabah ufukta apansızın
    yeni bir dünya keşfeder gibi buldu neşeyi...
    Mahallede sesi en güzel olan insandı
    ve en güzel mandolin çalan.
    Hatırlıyorsunuz değil mi
    size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
    ve mavi kurdelesini
    mandolininin?..
    İçinizde kimin kalbini kırdı,
    kime yalan söyledi,
    sarhoş olduğu vaki midir,
    ve kiminle dövüştü?
    Çocuklara saygısını
    ve ihtiyarlara şefkatini inkâr edebilir miyiz?
    Belki biraz kalın kafalı
    fakat kalbi bir balık yavrusu gibi temiz
    onu geçen sene harbe gönderdik.
    Şimdi gerilerinde cephenin
    işgal altındaki bir köyün odasındadır.
    Baygın bir kadının ırzına geçmekle meşgul
    bir tahta masanın üzerinde.
    Beli çıplak
    pantolunu dizlerinde
    başında miğfer
    ve ayaklarında kısa, kalın çizmeler.
    Yerde iki çocuk ölüsü yatıyordu
    direkte bağlı bir erkek.
    Dışarda yağmur yağıyor
    ve uzaktan uzağa motor sesleri.
    Kadını masadan yere iterek
    doğrulup çekti pantolonunu...
    Halbuki hepiniz hatırlarsınız onu,
    hatırlıyorsunuz değil mi
    size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
    ve mavi kurdelesini
    mandolininin?»

    Yine birdenbire sustu muhterem peder.
    (Susabilmek bir hünerdir
    insanın ağzından çıkan sözler
    kendine ait olmazsa.)
    Fakat tahta Meryem'in arkasından
    yine emretti Şeytan :
    «— Rahip, devam et,» — dedi.
    Ve devam etti rahip :
    «— Harbediyoruz.
    Çalıştırılan insan yığınları
    birbirine devrederek zinciri,
    karanlık ve ağır,
    beton künklerin içinde akmalıdır.
    Ve sen kocakarı
    — ön safta, solda, diz çöküp
    yüzü eski bir kâat gibi buruşuk olan —
    seni temin ederim ki
    kilise kapısında oynayan torunun
    — beş yaşında,
    başı altın bir top gibi yuvarlak —
    dedesi,
    senin kocan,
    babası,
    senin oğlun
    ve komşuların gibi
    kömür ocaklarında çalışacak.
    Hiçbir şeyi
    ümit etmemeyi
    öğrensin.
    Bu maksatla
    uçuyor bombardıman birliklerimiz
    tasavvur edilmeyecek kadar çok ölüm taşıyıp
    iki gergin kanatla.
    Ve motorlarına benzinle beraber
    belki bir parça keder dolarak
    (öldürenlerde tevehhüm edilen keder gibi bir şey),
    uçuyor av kuvvetleri himayesinde olarak
    bombardıman birliklerimiz
    birbiri ardından giden dalgalar halinde...
    Harbediyoruz :
    öldürdüklerimizin sayısı
    — bizden ve onlardan
    aralarında meme çocukları da var —
    şimdilik
    beş altı milyon kadar.
    Harbediyoruz :
    kundak bezinin çeşidiyle belli olmalı herkesin yeri.
    Harbediyoruz :
    parlasın edebiyen diye sabah güneşlerinde
    hapisane demirleri...»

    Hakikat çok taraflıdır.
    Fakir bir Şimal kilisesinde
    — Şeytan'ın iğvasıyla da olsa —
    fakir bir papaz
    onu o kadar uzun anlatamaz.
    İnzibat kuvvetleri aldı haberi
    — kadife ceketli orman bekçisinden —
    gelip indirdiler kürsüden muhterem pederi.
    Ve asfalt yolun üzerinde
    arasında silâhlı iki adamın
    giderken muhterem peder
    Şeytan baktı arkasından :
    çekik kaşlarında ümit
    ve sivri sakalında keder.
    12 Eylül 1941


    Not :

    Alamanya yıkıldı.
    Temerküz kampından kurtarıldı muhterem peder.
    Ve yine Şeytan'ın iğvasına uymasaydı eğer
    önemli Alaman demokratlarından biri olurdu bugün
    Anglo-sakson işgal bölgelerinden birinde.
    Halbuki yine uydu Şeytan'a.
    Ve yine bir pazar günü ve aynı kilisede yine
    batılı müttefikleri meth ü sena edeyim derken
    41 yılında söylediklerinden bazı fasılları tekrarladı aynen
    bilhassa mal nizamına ait olanları.
    Ve Katolik bir Amerikan subayının emriyle
    (tevkif edilmediyse de bu sefer)
    kovuldu kiliseden muhterem peder.
    Yine arkasından baktı Şeytan :
    çekik kaşlarında biraz daha çok ümit
    sivri sakalında biraz daha az keder...

    17 Şubat 1946
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:43

    GAZETE FOTOĞRAFLARI ÜSTÜNE


    1

    Kara Yara

    Birinci sayfada yatıyor iki sütun üstüne
    iki çıplak yavrucuk,
    birinci sayfada iki sütun üstüne
    bir avuç kemik deri.
    Delinmiş patlamış etleri.
    Biri Diyarbakırlı, Erganili biri.
    Kolları bacakları kargacık burgacık,
    kafaları kocaman,
    ağızları korkunç bir haykırışla açık,
    birinci sayfada taşla ezilmiş iki kurbağacık.
    İki kurbağacık
    kara yaralı iki yavrum benim.
    Yılda kim bilir kaç bininiz
    acı suya bile doymadan gelip gidiyor...
    Ve müsteşar bey :
    (Kara Yaraya tutulası)
    "Endişeye mahal yok," diyor.
    3 Ağustos 1959

    2

    Emniyet Müdürü

    Güneş bir yara gibi açılmış gökte
    akıyor kanı.
    Uçak alanı.
    Karşılayıcılar, eller göbekte :
    coplar, cipler,
    hapisane duvarları, karakollar
    ve darağaçlarında sallanan ipler
    ve siviller göze görünmez
    ve bir çocuk işkenceye dayanamadı
    attı kendini Emniyet'te üçüncü kattan.
    Ve işte Emniyet Müdürü bey
    uçaktan iniyorlar
    Amerika'dan dönüyorlar
    mesleki tetkikattan.

    İncelediler uyku uyutmamak usullerini
    ve memnun kaldılar pek
    hayalara bağlanan elektrottan
    ve bizdeki tabutlukların üstüne bir de konferans vererek
    açıkladılar faydalarını
    koltuk altlarına kaynar yumurta koymanın,
    boyun derisini kibritle ince ince yakıp soymanın.

    Emniyet Müdürü bey uçaktan iniyorlar
    Amerika'dan dönüyorlar
    ve coplar cipler
    ve darağaçlarında sallanan ipler
    üstat döndü diye seviniyorlar.
    1959

    3

    Adnan Bey

    Türküler söylendikçe Türk diliyle
    Seni seviyorum gülüm, dendikçe Türk diliyle
    Türk diliyle gülünüp
    Türk diliyle ağıtlar yakıldıkça, Adnan Bey,
    ben anılacağım,
    anılacak Türk diliyle size sövüşüm.
    Tarlalarımıza girmiş değil sizin gibisi yaban domuzunun.
    Şehrimiz görmüş değil yangının sizden kanlısını.
    Bir adınız var, Adnan Bey, adımıza benzeyen.
    Dilimiz kuruyor dilimizi konuştuğunuz için.
    Bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.
    Yüz Türkiye olsa
    elinizden de gelse
    yüzünü de zincire vurur
    yüz kere satarsınız.
    Milletimin en talihsiz gecesi
    ana rahmine düştüğünüz gecedir.
    1959

    4

    Ahmet Emin Yalman

    Selanikli Osman Efendi
    keskin muhasebecilerdendi
    ama o da yanıldı ömründe bir kere
    yanlış bir tohum atıp rahm-i madere.
    Bu tohum dünyaya çıkıp insan biçimini aldıysa da,
    boyu bir karış kaldıysa da,
    öyle haltlar yedi, öyle işler karıştırdı ki
    sövdüler kabrinde bile babası Osman Efendiye.
    Osman Efendi, Ahmet Emin adını takmıştı tohumuna,
    Ahmet Emin, Yalman'lığı kattı buna
    ve Ahmet Emin Yalman
    önce Alaman oldu sonra Amerikan.
    Ona göre her devirde, her zaman
    satılacak bir gazeteydi "Vatan"
    ve hazret sattı vatanı.
    Hapse atacaklarmış Ahmet Emin Yalman'ı
    Amerikana yaranmaktaki rekabet yüzünden.
    Hapisteki hırsızlara acıyorum ben,
    ahlâkları bozulacak
    Emin Beyle aynı damda yaşayarak...
    1959


    5

    Refik Koraltan

    «Tekstilde umutsuz durum.
    Bir işsiz kezzap içti.
    Bir milyon çocuk okuldan mahrum.
    Kara yara Mardin'e geçti.
    Grev yapan işçiler yakalandı.
    Köylü, çiftliklerinin ekinini yakıyor...»
    Bir gazete sayfasında
    başlıkların arasından bakıyor başkan
    başkan Refik Bey,
    bel bel bakıyor.
    Büyük Millet Meclisi'nin sahibi
    gösteriyor suratını milletime
    bilmem neyini gösteren bir deli gibi.

    Biliyoruz,
    odur küçük dağları
    ve dağların doğurduğu fareleri yaratan
    ve Debreli Hasan gibi martini atan.

    Biliyoruz,
    tutmuş elinden Amerikan :
    Yürü ya Refik kulum, demiş
    ve Refik Bey yürümüş,
    göbeği kendinden bir karış önde,
    diz kapaklarına kadar kana batarak,
    millî şerefimizin kemikleri üstünde.
    Biliyoruz, biliyoruz,
    bu vatanın anasını ağlatan
    bir İsmet, bir Adnan, bir de Koraltan.

    1959

    6

    Korku

    Korkuyor Adnan Menderes
    ölülerden korkuyor.
    Kore dağlarından geliyor kimi
    apaçık gözleri dumanlı
    kaytan bıyıkları kanlı
    yaşları yirmi.

    Korkuyor Adnan Menderes
    ölülerden korkuyor
    hele çocuk ölülerinden.
    Karınları davul gibi, boyunları çöpten ince,
    kırıyorlar Adnan Bey'in mutfak camlarını
    her gece mezarlarından çıkınca...

    Korkuyor Adnan Menderes
    dirilerden korkuyor
    hele çarıklılardan
    hele kasketlilerden.
    Kasketliler hayını bağışlamayı bilmez.

    Korkuyor Adnan Menderes
    kocaman yanakları
    sarkıyor yağlı, sarı.
    Korkuyor Adnan Menderes
    üç saata indi uykusu.
    Korkuyor Adnan Menderes
    hiçbir korkuya benzemez
    halkını satanın korkusu.

    1959
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:44

    GECE GELEN TELGRAF

    Gece gelen telgraf
    dört heceden ibaretti:
    "VEFAT ETTİ."
    İmza yok.
    Bu dört hece bile çok.

    Bakıyorum duvara:
    duvarda bir yara-
    duvarda bir resim-
    vefat edenin,
    elimle çizmişim.

    Saat bir.
    Saat üç.
    Saat beş.
    Polis düdükleri, saatlar...
    Yatağım bozulmamış.
    Çekmecemde kaatlar:
    bazıları
    onun el yazıları.

    Gece gelen telgraf
    dört heceden ibaret...
    Şafak söküyor-
    odam
    geceden ibaret.

    Avuçlarımda
    ellerinin gölgesi dolaşan adam
    demir parmaklıklardan gördü son gündüzünü.
    Mahpushane doktoru
    örterek paltosuyla upuzun yatanın yüzünü:
    - Tamam!
    dedi.
    Bunu belki evvelki akşam
    dedi.
    Evvelki akşam
    ben......

    Satıcılar geçiyor mahalleden.

    Bakıyorum
    gece gelen
    telgrafa.
    O mükemmel bir kafa
    mükemmel bir yürek,
    yumruklarıyla erkek
    gözleriyle çocuktu.
    Hudutsuz ve Allahsız bir baştı o.
    Yoldaştı o..

    Düşmanlar kına yaksın
    dostlar girsin saflara.
    Sen gözyaşı göstermeden ağlıyacaksın
    gece gelen telgraflara...
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:44

    GİDEN



    Camların üstünde gece ve kar.
    Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar -
    uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
    İstasyonun
    üçüncü mevki bekleme salonunda
    siyah başörtülü,
    çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor.
    Ben dolaşıyorum...
    Gece ve kar - pencerelerde.
    Bir şarkı söylüyorlar içerde.
    Bu, giden kardeşimin en sevdiği şarkıydı.
    En sevdiği şarkı...
    En sevdiği...
    En......
    Kardeşler, bakmayın gözlerime
    ağlamak geliyor içimden...
    Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar -
    uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
    İstasyonun
    üçüncü mevki bekleme salonunda
    siyah başörtülü,
    çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor..
    Gece ve kar pencerelerde.
    Bir şarkı söylüyorlar içerde!..
    1933
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:44

    GİDERAYAK



    Giderayak işlerim var bitirilecek,
    giderayak.
    Ceylanı kurtardım avcının elinden
    ama daha baygın yatar ayılamadı.
    Kopardım portakalı dalından
    ama kabuğu soyulamadı.
    Oldum yıldızlarla haşır neşir
    ama sayısı bir tamam sayılamadı.
    Kuyudan çektim suyu
    ama bardaklara konulamadı.
    Güller dizildi tepsiye
    ama taştan fincan oyulamadı.
    Sevdalara doyulamadı.
    Giderayak işlerim var bitirilecek,
    giderayak.
    Haziran 1959
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:44

    GÖMLEK, PANTOLON, KASKET VE FÖTRE DAİR


    Bana:
    "temiz gömlek
    giymek
    düşmanıdır," diyenler
    varsa eğer,
    muazzam hocamın resmine baksın.
    Ustalarımın ustası Marks'ın
    ceketi rehindeydi,
    bir övün yemek yerdi dört günde.
    Dalgalanırdı fakat
    heybetli sakalı:
    bembeyaz
    tertemiz
    kolalı
    bir gömleğin üstünde..
    Ütülü pantolana idam hükmü kim verdi?
    Tosunlar,
    şu bizim tarihi de mek parmak okusunlar:
    1848'de kurşunlar
    demir bir tarak gibi geçerken başından,
    halis İngiliz kumaşından
    halis İngiliz modasıyla
    ütülü mum gibi bir pantolon giyerdi
    -Alanglez-
    insanların en büyüğü Engels...
    Vladimir İliç Ulyanof Lenin
    ateşten bir dev gibi çıktığı zaman
    barikata,
    yakalığı da vardı
    kıravatı da..
    Bana gelince:
    Ben ki, herhangi bir proleter şairiyim,
    Marksisto-Leninist şuur,
    30 kilo kemik
    7 litre kan,
    bir iki kilometre kadar,
    damar,
    adale, et, sinir ve deriyim;
    ne kafamın dışındaki kasket
    içindekine delalet
    eder,
    ne de biricik fötrüm beni
    geçmekte olan geçmişe alet
    eder....
    Buna rağmen
    ben:
    haftada altı gün kasketliysem eğer,
    haftada bir gün
    sevgilimle seyrana giderken
    biricik fötrümü
    tertemiz
    giymek içindir bu...
    Fakat
    neden benim iki fötrüm yok?
    Ne dersin üstat?
    Tembel miyim?
    Hayır!
    Günde 12 saat
    sayfa bağlamak,
    ayakta dikilip
    anası ağlamak
    sapına kadar çalışmaktır..
    Kapkara cahil miyiz?
    Hayır!
    Mesela:
    "Sat-Sin" bey kadar cahilü cühela
    olmasam gerek....
    Budala mıyım?
    Eh,
    pek
    değil..
    Belki biraz derbederim..
    Lakin hep
    asıl sebep:
    proleterim,
    be birader,
    proleter!!..
    Ve benim iki fötrüm,
    iki milyon fötrüm, ancak
    her
    proleter
    gibi,
    Borsalino-Habik-Mosan-Mançister
    tezgahlarının sahibi
    olursam-olursak-olacak!...
    Ve ilaaaaaaa,
    Laaaaaaa!!!!!!!....
    5 Şubat 1931
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:44

    GÖVDEMDEKİ KURT


    Sen
    benim
    minare boyunda çam gövdeme,
    yumuşak
    beyaz
    bir kurt gibi girdin,
    kemirdin!
    Ben
    barsaklarında solucan Makdonaldı besleyen
    İngiliz amelesi gibi taşıyorum
    seni içimde!

    Biliyorum
    kabahat kimde!

    Ey ruhu lordlar kamarası kadın!
    Ey uzun entarili tüysüz Puankare!
    Karşımda:
    demirleri kıpkızıl
    bir şimendifer ocağı gibi yanmak
    senin en basit hünerin;
    yine en basit hünerin senin
    buzun üstünde bir paten gibi kıvranmak!

    Soğuk!
    Sıcak!
    Kaltak!
    dur!
    Yumuşak
    beyaz
    kıvrılışlarınla
    beynime giriyorsun
    kemiriyorsun!
    Oraya giremezsin!
    Onu kemiremezsin!

    Yumuşak
    beyaz
    kıvrılışlarıyla
    beynime giren kurdu
    çürük bir diş çeker gibi söktüm!
    Epeyce ter döktüm!
    Bu sonuncuydu
    bir daha olmayacak!


    1924
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:45

    GÖZLERİN



    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    ister hapisaneme, ister hastaneme gel,
    gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
    şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte
    Antalya tarafında ekinler seher vakti.



    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    kaç defa karşımda ağladılar
    çırılçıplak kaldı gözlerin
    altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
    fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.



    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
    sevinçli bahtiyar
    alabildiğine akıllı ve mükemmel
    dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.



    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
    ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
    ve her mevsim ve her saat İstanbul.



    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    gün gelecek gülüm, gün gelecek,
    kardeş insanlar birbirine
    senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
    senin gözlerinle bakacaklar.

    1956
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:45

    GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ



    Bu bir türkü:-
    toprak çanaklarda
    güneşi içenlerin türküsü!
    Bu bir örgü:-
    alev bir saç örgüsü!
    kıvranıyor;
    kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
    esmer alınlarında
    bakır ayakları çıplak kahramanların!
    Ben de gördüm o kahramanları,
    ben de sardım o örgüyü,
    ben de onlarla
    güneşe giden
    köprüden
    geçtim!
    Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
    Ben de söyledim o türküyü!

    Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
    altın yeleli aslanların ağzını
    yırtarak
    gerindik!
    Sıçradık;
    şimşekli rüzgâra bindik!.
    Kayalardan
    kayalarla kopan kartallar
    çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
    Alev bilekli süvariler kamçılıyor
    şaha kalkan atlarını!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Düşmesin bizimle yola:
    evinde ağlayanların
    göz yaşlarını
    boynunda ağır bir
    zincir
    gibi taşıyanlar!
    Bıraksın peşimizi
    kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

    İşte:
    şu güneşten
    düşen
    ateşte
    milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

    Sen de çıkar
    göğsünün kafesinden yüreğini;
    şu güneşten
    düşen
    ateşe fırlat;
    yüreğini yüreklerimizin yanına at!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
    Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
    toprak kokuyor bakır sakallarımız!
    Neş'emiz sıcak!
    kan kadar sıcak,
    delikanlıların rüyalarında yanan
    o «an»
    kadar sıcak!
    Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
    ölülerimizin başlarına basarak
    yükseliyoruz
    güneşe doğru!

    Ölenler
    döğüşerek öldüler;
    güneşe gömüldüler.
    Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
    Kalın tuğla bacalar
    kıvranarak
    ötüyor!
    Haykırdı en önde giden,
    emreden!
    Bu ses!
    Bu sesin kuvveti,
    bu kuvvet
    yaralı aç kurtların gözlerine perde
    vuran,
    onları oldukları yerde
    durduran
    kuvvet!
    Emret ki ölelim
    emret!
    Güneşi içiyoruz sesinde!
    Coşuyoruz,
    coşuyor!..
    Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
    mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!



    Toprak bakır
    gök bakır.
    Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
    Hay-kır
    Haykıralım!


    1924
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:45

    GÜNEŞİN SOFRASINDA SÖYLENEN TÜRKÜ

    Dalgaları karşılayan gemiler gibi,
    gövdelerimizle karanlıkları yara yara
    çıktık, rüzgarları en serin
    uçurumları en derin
    havaları en ışıklı sıra dağlara.
    Arkamızda bir düşman gözü gibi karanlığın yolu.
    Önümüzde bakır taslar güneş dolu.
    Dostların arasındayız!
    Güneşin sofrasındayız!

    Dağlarda gölgeniz göklere vursun,
    göz göze
    yan yana
    durun çocuklar.
    Tasları birbirine vurun çocuklar.
    Doldurun çocuklar,
    doldurun
    doldurun
    doldur içelim.
    Başları
    göklere
    atalım
    serden geçelim...
    Heeey, nerden geçelim?
    Yalnayak
    koşarak
    devlerin
    geçtiği
    yerden geçelim.

    Heeey
    hop
    Heeeey
    hep
    birden geçelim
    Doldurun çocuklar,
    doldurun
    doldurun
    doldur içelim.

    Dostların arasındayız!
    Güneşin sofrasındayız!.
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:45

    GÜZ



    Günler gitgide kısalıyor,
    yağmurlar başlamak üzre.
    Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
    Niye böyle geç kaldın?



    Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
    Testimde sana sakladığım şarabı
    içtim yarıya kadar bir başıma
    seni bekleyerek.
    Niye böyle geç kaldın?



    Fakat işte ballı meyveler
    dallarında olgun, diri duruyor.
    Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
    biraz daha gecikseydin eğer...
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:45

    HABER


    Onlardan haber geldi.
    Oradan
    onlardan.
    Gömlekleri kirli değil
    çatık değilmiş kaşları.
    Yalnız biraz
    uzamış tıraşları.
    "Yandık!"
    dememişler.
    Dayanmışlar biliyorum.
    "Dayandık!"
    dememişler.
    Gözleri gülerek
    bakıyorlarmış adama.
    Şakaklarında taze bir yara varmış ama,
    çatık değilmiş kaşları.
    Yalnız biraz
    uzamış tıraşları....
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:46

    HASRET


    Denize dönmek istiyorum!
    Mavi aynasında suların:
    boy verip görünmek istiyorum!
    Denize dönmek istiyorum!



    Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
    Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
    Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
    Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
    Ben sularda batan bir ışık gibi
    sularda sönmek istiyorum!
    Denize dönmek istiyorum!
    Denize dönmek istiyorum!
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:46

    HASRET



    Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
    belini sarmayalı,
    gözünün içinde durmayalı,
    aklının aydınlığına sorular sormayalı,
    dokunmayalı sıcaklığına karnının.

    Yüz yıldır bekliyor beni
    bir şehirde bir kadın.

    Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
    Aynı daldan düşüp ayrıldık.
    Aramızda yüz yıllık zaman,
    yol yüz yıllık.

    Yüz yıldır alacakaranlıkta
    koşuyorum ardından.


    6 Temmuz 1959
    EMRE
    EMRE
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 432
    Yaş : 33
    Nerden : GEBZE
    Kayıt tarihi : 08/12/08

    Nazım Hikmet şiirleri - Sayfa 2 Empty Geri: Nazım Hikmet şiirleri

    Mesaj  EMRE Salı Ara. 09 2008, 12:46

    HERKES GİBİ



    Gönlümle baş başa düşündüm demin;
    Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
    Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
    Akisleri sönen bir ses gibisin.



    Mâziye karışıp sevda yeminim,
    Bir anda unuttum seni, eminim
    Kalbimde kalbine yok bile kinim
    Bence artık sen de herkes gibisin.


    Temmuz 1920


    «BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN»


    Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
    Onlardan kalbime sevda geçmiyor
    Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
    Çünkü bence şimdi herkes gibisin



    Yolunu beklerken daha dün gece
    Kaçıyorum bugün senden gizlice
    Kalbime baktım da işte iyice
    Anladım ki sen de herkes gibisin



    Büsbütün unuttum seni eminim
    Maziye karıştı şimdi yeminim
    Kalbimde senin için yok bile kinim
    Bence sen de şimdi herkes gibisin


    1918

      Forum Saati C.tesi Kas. 23 2024, 20:58